Açık Mutfak

AÇIK MUTFAK

Reçellerimizi yaptığımız mutfakla, lafladığımız salonun arasındaki duvarı yıktırdık, yerine açık mutfak yaptırdık. Yemeğin kokusu salona, salonun sesi mutfağa doldu.

Muhabbetimize siz de buyurmaz mıydınız?


  • “Babam o akşam eve gelmedi, bir sonraki akşam da… Babam iki hafta sonra her zaman geldiği gibi geldi.
    Annemi sonra da gördüm ama en son böyle hatırlıyorum. Biz giderken yanında Bahar’la bize bakıyordu. İşte babam annemi böyle öldürdü.
    Babam annemi ümitsizlikten, kederden, tekrar tekrar ihanetten, yerine getirilmeyen vaatlerden, tatlı kandırmacalardan, fakirlikten; yani kısacası babam annemi elini bile kıpırdatmadan, sadece kendisi olduğu için, kolayca ve kendiliğinden öldürdü.”

    Ezel, TV Dizisi, 2009

    “Kadın, istediğinin eve sadece para getiren, kendini dışarıda bırakan bir erkek olmadığını bilmektedir. Adamsa para kazanmaktan başka bir şey bilmemektedir.
    Adamın içi bomboştur.
    Kadın, bir ömür boyu kocasını değiştirmeye çalışacak, çok yorulacaktır. Hayatın yoruculuğu kısmından onun payına düşen de bu olacaktır.”

    Mustafa Ulusoy, Evlilikler Yalnızlıklar Umutlar, 2014

    “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı iyi davrananınızdır.”

    Hadis-i Şerif

    Karı-koca doktor. Adam, şehrin ünlü kadın doğumcularından. Öyle ki; kazandığı paralar ile peşisıra hastaneler açıyor. Şehrin en güzel sitelerinden birinde evleri, iki küçük çocukları var. Eşi bu kadar yoğun iken kadın, muhtemeldir ki, çocukları ile daha iyi ilgilenebilmek için kariyerinden ödün vermiş. Bir sağlık ocağında pratisyen hekimlik yapıyor fakat kadın halinden memnun. Çocukları ile mutlu, kocasıyla gurur duyuyor. Görünürde her şey mükemmel.
    Sonra, 3-4 ay içinde oluyor ne oluyorsa; önce adamın arabası sitenin otoparkında görülmüyor hayli.
    Sonra bir haber duyuluyor : “boşanmışlar!”
    1 ay geçmeden, bir ikinci haber geliyor : “adam başkasıyla evlenmiş!”
    Daha bir kaç ay öncesine kadar, gözlerinin içi gülen, imrenilecek bir yaşamı olduğu düşünülen o kadını üstüne ölüm sessizliği çökmüş olarak buluyor eşi dostu. Aldatılmışlığın sızısı, bir adanmışlıktan geriye kalan boşluk, güvensizlik..
    Şiddet görmüş.
    Hayır, yüksek ihtimalle hayatında kimse el kaldırmadı bu kadına.
    Sokak ortasında tartaklanmadı.
    Bir kıskançlık krizinin kurbanı olmadı.
    Fakat şiddet görmüş, diğerleri kadar aleni değil ama en az onlar kadar acı.
    Yüzünde izi yok ama, yüzünden okunuyor.
    Psikolojik Şiddet.. Sevgisizlik.

    ***

    “Fatih olmak için gurura;
    Sahip olmak için tevazuya ihtiyaç vardır.”
    diyor Soren Kierkegaard -Evliliğin Estetik Geçerliliği adlı- kitabında.

    Peki erkekler bizi fatih olmak mı, yoksa sahip olmak için mi seviyor?
    Sanırım erkek nefsinin, aynı anda birden fazla kadına sahip olma meylinden ötürü; kişi kendinden bilir işi misali bilinçaltında “bir kadına tamamiyle sahip olamayacağı.” düşüncesi yatıyor.
    Erkek de kadın da kıskanır fakat kadın kıskandığında çoğu zaman ihanetin gerçekleşebileceğine ihtimal vermez, rahatsızlığını karşı tarafın onu ikna etmesini sağlamak için açık eder. Erkeklerde kıskançlığın kadınlara nazaran çok daha şiddetli, krizler halinde orataya çıkmasının sebebi bence ihanete bir ihtimal olarak değil, gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel bir şey olarak bakması. İkna edilmek istenmiyor, hesap soruyor.
    Sahip değil Fatih olmak erkeğe daha cazip geliyor.
    Bu açıdan düşününce, ihanetin toplumda bu kadar yaygın olmasına şaşmıyorum artık ben. Kadınların kişilik ve fikirleri değil, güzellikleri üzerinden değerlendirildiği bir toplumda; elbette en şanlı fetih güzele yönelik olacaktır. Dolayısıyla, binbir emekle fethedilen güzeller güzeli yıllar geçip de eski cazibesini yitirdiğinde, güzeli yeniden bulmaya yönelik sefere çıkmak da abes sayılmayacaktır.
    Ahlaki çöküş..

    ***

    Erkek kadının kalbini fethettiği yerde, kadın üzerindeki tahakkümü de başlıyor.
    Bir kez üzerinde tahakküm kurduğunuz bir şeyi, artık sevmeniz gerekmez. Onu korkuyla da yönetebilirsiniz.
    Terk edilme korkusu, yuvasının yıkılma endişesi, kadın için yeterli bir psikolojik baskıdır.
    Bu baskı sonucu, toplumun kadına biçtiği rol gereği evi ile ilgilenmek, yemek yapmak, çocuk bakmak gibi çoğuna fıtraten de müsait olduğu eylemler bir yönelimden ziyade ödev haline gelir. Çocuklarına, eşine ve evine ilgi göstermelidir, zorunluluktur. Fakat aynı ilgiyi, erkeğin göstermesi bir zorunluluk değil sadece lütuftur.
    Bunun toplumun cinsiyetlere biçtiği görevlerle ilgili olduğunu, tersi durumun kadının eve para getirmesi örneğinde görebiliriz. Evine para getirmeyen erkek kınanır, fakat kadının çalışıp çalışmaması çoğu kez kendi insiyatifindedir. Fakat çalışmayı seçtiği zaman da, bu bir zorunluluktan sayılmadığı için, diğer vazifeler ortaklaşa halledilme yoluna gidilmez.
    Peki, evlilikte kadının sırtına yüklenen bu devasa yüklere rağmen hala nasıl her zaman evliliği erkekten daha çok talep eder pozisyonda olabiliyor?
    sevme/sevilme isteği, toplumda bir eş bulup yalnız kalmamak evlilikte kadın ve erkek için eşit öneme sahip motivasyonlar. Bunlar cevap değil bence.
    Bu anlamda, eşitliği bozup kadınları erkeklerden daha istekli hale getiren bence annelik içgüdüsü. Anne olma isteği her şeyi göze aldırabilir derece kuvvetli bir arzu.
    Bu arzu neticesinde kadın, diğer her türlü işe angarya, sefanın yanındaki cefa gözüyle bakıp kabullenince; burdan erkeğe evlilik için bir motivasyon kaynağı daha çıkıyor : “Hizmet görmek”
    Erkeklerin çoğu, tam olarak bu motivasyonla; hizmet görmek, hayatlarını düzene sokmak, birinin onları çekip çevirmesi için evleniyor. Hatta bu öyle baskın bir motivasyon ki, sırf evlenmek için kalben tam ısınmadığı bir insan olsa bile “nikahta keramet vardır” darbımeseliyle yola çıkabiliyor.
    Bu evlilikte de kadının psikolojik olarak şiddet göreceği, sevgisizlik, ilgisizlik göreceği ve hatta ihanete uğrayacağını kestirmek güç değil.

    ***

    Sonuç olarak,farklı veçhelerde şehrin en izbe gecekondularından en lüks gökdelenlerinin içine kadar nüfuz edebilmiş bir şiddet görüyoruz. Ekonomik düzeyle bağıntısı yok. Eğitim bir işe yaramıyor, çünkü eğitim çağına gelene kadar zaten kız da özgüvensizlik, erkek de narsizm tohumları atılmış oluyor.
    Peki bunu nasıl çözebiliriz?
    Toplumda zihniyet değişimi şart.
    Bizim gibi günlük yaşantıya ve tavırlara dinin yüksek temas gücünün olduğu bir toplumda, yaşanılan pek çok bu tip sıkıntının temelinde İslam’ın temel öğretisini ve gerekliliklerini tam kavrayamamış olmamız yatıyor malesef. Çünkü kavrasak bu şekilde davranmazdık.
    Fakat bu sadece halkın suçu da değil bence. Bir keresinde, İlmihalde “kocasına itaat etmeyen kadını cehennem’de bekleyen azaplar” başlığı altında tam 3 sayfa işkence betimlemeleri okumuştum. O günkü şaşkınlığımı unutamam. Şiddet yolunu; bilhassa Hakk’ı, sabrı, merhameti, sevgiyi tavsiye etmeleri gerekenlerin açması elem sebebi.
    İslam’da çok eşlilik, sadece zorunlu durumlar halinde mümkünken bugün bu kadar keyfi bir uygulama ve “hak” gibi algılanması, insaların eşlerinden saklı gizli ilişkilerine bu yolla meşruluk kazandırmaları ve halk tepkisinden kurtulmaları elem sebebi.
    Mesela erkeğin ve kadının ilişkiye bakış açısını Kierkegaard’ın Sahip/Fatih kıyası üzerinden anlattım.
    Ve bu tanımların gerçekten psikolojilerimizi anlamada, bir karşılığı olduğunu düşünüyorum.
    Fakat aslında böyle olmamalı. Bu biraz “ithal” bir bakış açısı.
    Biz özümüzden kopmasaydık, bizi anlatmazdı aslında.
    Enfal suresi 63. ayet’de “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” demiyor mu Rab?
    O zaman, kim kimin gönlüne gerçekten sahip olabilir?
    Ya da velev ki; bir gönlü fethettin de, dilediğini yaptırdın ona
    Kalbin görünürdeki sahibi boyun eğmiş ses çıkarmıyor olabilir ama, ya kalbin esas sahibinin gücüne gidiyorsa?
    Bilemeyiz.
    Ahiret var. Bi onu biliyoruz, bir de orda mükafat ve cezada kadın ve erkek arasında bir ayrım olmayacağını..

    • Kaleminize yüreğinize sağlık çok güzel irdelenmiş bir konu sorular çok güzel ve sanki ben yazmışım yani bnm sorduğum sorular tespitler vs. Ayrıca Reçel’i keşfettiğim için çok çok mutluyumm anlatamam benim gibi insanların bulunduğu, hayata ve insana dair pek çok konunun analiz edilip, paylaşılıp beyin fırtınası yapıldığı böyle bir mecranın varlığı beni çok mutlu etti gerçekten. Zira günlük hayatta bunları paylaşacağınız, konuşacağınız insan bulmak çok zor. Hayata ve insana dair konuların ayrıntılı derinlemesine düşünülüp konuşulması tartışılması çok cazip gelmiyor insanlara. Yazma ihtiyacı duyuyorsunuz tek kişilik blog olsa bu kadar güzel olmazdı ayrıca bunları yazanlar kadar bu konulara ilgi duyup okuyan irdeleyen insanlar var şükür diyorsunuz 🙂 O yüzden Reçel’i kuran bu fikri ortaya atan emeği geçen herkese teşekkürler.

  • Aklı zorlayan duygu dalgalanmalarına neden olansın

    “Biz birbirimizi sevmiyoruz, birbirimizi sevme fikrini seviyoruz.”
    Bu iki cümleyi sabahtan beri tekrarlıyorum. Nasıl olur da bu kadar benim olurlar, nasıl olur da her defasında aynı yerden kırılmayı başarırım.
    Hayatım boyunca beklentilerimin gölgesinde ezilmiş olduğumu yavaş yavaş idrak ediyorum, karşı tarafın düşünmesini istediğim her şeyi kafamda organize edip olmadığında kocaman bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Bundan zevk mi alıyorum, umarım öyle bir şey yoktur. Umarım kendime acı çektirmekten zevk alan ruh hastasının teki değilimdir. Yaşadığımız evrende rastladığımız onca insanda aradığımız tek bir şey var; “sevgi.” Fazlasından rahatsız olduğumuz eksiği için kendimizi tanıyamadığımız zamanlara denk geliyoruz. Gözlerimizi neden kaçırırız o zamanlarda, hiç anlam veremem. Sizi yeterince sevmeyen insanların neler yaptığını gerçekten sevdiğiniz birine karşı düşüncelerinizden yola çıkarak açıklayabiliyorsunuz. Kabul etme evresi ise yeterli acıyı ve bıkkınlığı kendinize yaşattığınızdan sonra gerçekleşiyor. Bir arkadaşım; “ben bile kendimi tanıyamıyorum, bir insanın başka bir insanı tanıması nasıl mantıklı düşünülebilir ki” demişti. 
    Hayatlarımıza katıp karıştırdığımız insanlar belki de kendimizde eski olduğunu düşündüğümüz duygulardır. Başkalarının eskittiği duyguları bir başkasının tamamlayacağı düşüncesiyle çıkıyoruz yola, geriye kalan kısım da eskiyor. Yol ise daha da uzuyor. Neden böyle, neden buradayım, neden ben? Zincirleme neden tamlaması. 
    “İlişki iş birliği temelinde oluşan bir kucaklaşma. Zorunluluktan ya da insanın kendi isteğiyle de olsa bir şeyler kazanmak ya da bir şeylerden korunmak amacıyla oluşan beraberliklerde ilişki yaşanamıyor.”
    Yaşanamayan tüm ilişkiler için Engin Geçtan yazmış yukarıdaki alıntıyı, saç rengimi değiştirmek için harika bir zamanlama daha.. 

  • Hey bayım! Bir dakika bakar mısınız lütfen?

    – Sizinle daha fazla münakaşa edemeyeceğim bayan, hem ben kadınlarla tartışmıyorum. Kusura bakmayın, işim gücüm var benim.

    – Öyle mi? Gişe kuyruğunda arkamdan atıp tutarken öyle demiyordunuz. Bana laf söyleyip, bu şekilde çekip gidemezsiniz.

    – Aaaah! Yete yahu seninle mi uğraşacağım ben. Hem sen benim kim olduğumu biliyor musun?

    – Öncelikle sen değil, ben senin gibilerle yıllardır uğraşıyorum ve malesef ki henüz sonunuzu getirememişim. Yazık. Diğeri ise evet seni çok iyi tanıyorum hatta senin gibileri. Sizler karıncalar gibi her yerde bitiveren, ruhsuz organizmalarsınız. Evde koca, işte tacizci patron, sokakta sapkın bakışlı, minübüste tecavüzcüsünüz. Sizler aydınlık zihinleri zapteden yobazlarsınız. Köhnemiş zihniyetiniz ve yobazlığınızla dört bir yana yayılmışsınız. Yaşamıyorsunuz siz beyefendi, yaşamıyor, nefes almıyorsunuz. Ait olduğu eril sistemden kopamayan, topluma hızla nüfuz eden virüslersiniz siz. Ardımdan size bu kadar özgürlük fazla, git evde yemeğini yap, çocuğuna bak diye bağırıyordunuz ya….eğer bahsettiğiniz taciz, tecavüz ve sınırsız zina özgürlüğüyse yerin dibine batsın. Siz ne anlarsınız özgürlükten bayım? Ne anlarsınız? Sizin için tarihin tozlu sayfalarında kalan o kelime bizlerin yaşam kaynağıdır. Sizin düşüncesine bile tahammül edemediğiniz o kelime için bizler canımızı veririz. Gördüğünüz üzere ben sizi çok iyi tanıyorum ama siz beni tanımıyorsun. Kör bilincinizle metalaştırdığınız, ruh üflenen bedenimle önce insan, sonra özgür bir kadınım ben.
    Maalesef biz kadınlar, Türkiye gibi ataerkil, özellikle hala gelişmekte olan toplum yapılarında bu mobinglere çok sık maruz kalıyor ve bu kendini bilmez tiplerle baş etmek zorunda bırakılıyoruz. Peki bu kepazeliğe neden zorunlu tutuluyoruz? Bu tip sözlü ve cinsel tacizlerden kurtulmamız mümkün değil mi?
    Kadınlar olarak, önce var oluşumuzdan gelen evi çekip çevirmek, düzeni sağlamak, iyi bir eş ve anne olmak, yemek yapmak, çocuk büyütmek vb..gibi toplumsal cinsiyet, sonra da çalışarak eve maddi destek sağlamak, güçlü durmak, kimi zaman geçimi sağlamak, ocağı tüttürmek, hastalıkta sağlıkta aileye sahip çıkmak gibi birey olmaktan kaynaklanan rollerimiz nedeniyle bu sorgulamayı yapmak hem kanunlar önünde hem de sivil hayatımızda en doğal hakkımızdır. Zaten açık toplumlarda bu sorgulamaları yapmaz, hakkınızı aramaz, varlığınızı ipat etmeye çalışmazsanız şüphe uyandırdığınız için gün gelir yok sayılırsınız. Peki ama kanunlar önünde eşit sayılan iki birey nasıl olur da aile içerisinde, iş yerinde, sokakta, barda eşit sayılmaması mümkün müdür? Bu soruya cevap olarak aklınıza ilk gelen cevap HAYIR ise, sizi tebrik ederim, cesur bir kadınsınız ve öyle bir dönemeçten geçiyoruz ki bu cesaretinizi ispat etmek zorundasınız.
    Peki nasıl?
    Şöyle ki, eğer siz de güçsüzlüğünüzün pasif var oluşunuzdan kaynaklanmadığına ve bunun toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle bilinçli bir şekilde ataerkil toplum yapısı tarafından oluşturulduğuna inananlardansanız, emin olun yalnız değilsiniz. Yani siz de ben güçlü, bağımsız, çalışan, özgür bir kadın, anne ve eşim diyor, gerek duyunca geri itilmeyi, korunup kollanmayı, düştüğünde bir tekme de karşıdan yemeyi, öfkelenince dövülmeyi, can çekince sevilmeyi, kızınca sövülmeyi kabul etmiyorsanız gün sizin, gün bizim günümüzdür.
    Muhakkak ki, kimi zaman susup görmezden geldiğimiz, üzerini kapatıp üç maymunu oynadığımız için biz kadınlarında bugün yaşanan adaletsizliklerde payımız var. O zaman artık harekete geçmeye ve dur demeye de hakkımız var.
    Peki nasıl?
    Hep birlikte. Tüm kadınlar el ele verip tek güç haline gelerek, sonra birbirimize inanıp güvenerek, en sonunda toplumda, evde, iş te, sokakta, yatakta, barda söz sahibi olarak başaracağız. Okuyarak, eğiterek, öğrenerek, çalışarak baş edeceğiz. Bozduğumuzu ya da bozulmasına müsaade ettiğimizi ellerimiz, aklımız ve kalbimizle yeniden yaratacağız.

  • Bu çocukları bizden (!) kim koruyacak?
    Ana haber bülteni aklımdan çıkmıyor.Arka arkaya tam beş tane taciz,tecavüz ve çocukların korumasızlığını izledim.Sokakta çocuğuna avaz avaz bağırıp,tokadı patlatan bir anne,her zaman gittiğim restoranda kızına bağırıp , aşağılayan bir babanın normalliğine haspoldum.
    Şiddetin her türü “normal” ve envai şekliyle.

    Tüketim çılgınlığının ortasın da her istediğini satın aldığımız çocuklar.Malı mülkü onlar için yığıyoruz.Bitmesi gereken evlilikleri onlar için devam ediyoruz.Örnekleri çoğaltmak mümkün.Onlardan tek bir şey bekliyoruz.Bizi topluma rezil etmemelerini.Aile saygınlığı diye bir şey var.Bizi kurumlara rezil etmemeliler.O nedenle bolca itaat beklentisi.
    Çocukları nasıl terbiye (!) ettiğiniz herkesin sorunudur.Çocuklarınızla bir ortama girdiyseniz muhakkak bu konu hakkında bolca öğüt dinlersiniz.Mesela oğlum ilkokul üçe gidiyor ve en başından beri okul kıyafetini giymeyi reddetti.Sivil gidiyor.Öğretmeni hatta en son okul müdürü bu duruma alışmak zorunda kaldı.Genelde bu durumla oğlum mücadele etti.Ben etrafa açıklama yaparken buldum kendimi.”Buna bu kadar yüz verirsen ilerde hiç sözünü dinletemezsin.Neden bu konuda terbiye etmiyorsun? ”

    Toplum,yakınlar,çevre çocuklarımı terbiye etmemi bekliyor.Saygılı ve itaatkar olmamalılar.Toplum içinde herhangi bir isteğimi sorgularlarsa “bu nasıl laf” hayret ifadesine çok şahitlik ettim. Sanki çocuklar doğuştan hasarlı ve terbiye edilmeye ihtiyaçları var. Topluma,aileye “itaat” gibi,aileyi utandırmamak gibi bir sorumlulukları var.
    Çocuklar çok renkli ve özgür doğuyor.Terbiye adı altında her gün bir renklerini karartıyoruz.Bu benim fikrim. Afedersin toplum!

    Geçen gün okula öğretmen bir öğrencinin velisini çağırmış.”Bunun babası yok mu?” Kadın üzgün,başı önde “öldü” dedi.Kadın öğretmen haklılığına imanının verdiği güçle “bunun dedesi,amcası falan yok mu?Bunu terbiye edebilecek biri ? ” .Kadın öğretmen terbiye vermek için yana yakıla bir erkek arıyor.Anne utanıyor.Ben döverim deyiverdi.

    Şu sevdiğim kelimeler ne öğretmene ne de o anaya ulaşamadı.Çocuğun bir erkek tarafından terbiye edilmesi gerekiyordu ve bu çok normal bir şeydi.Bu kahrolası kısır döngü böyle başlıyor.Sonra çocuk okul da tacize uğruyor.Kendinden utandığı kadar, ailesini rezil ettiği için de ayrı utanıyor.Kendini suçluyor.

    14 yaşında ki kızın fotoğraf karesine sığmayan o tebessümü aklımda.Tecavüze uğramış.Kırk küsur yaşında evli iki çocuk babası o adam hapishaneden mektup göndermeye devam etmiş.Sonra mı “psikolojisi bozulmamış raporu” vermişler kız için ve adam salıverilmiş.Kız korkmuş,ölesiye korkmuş ve intihar…
    İyi hal indirimleri hele 13-14 yaşında ki çocuklar için “rızası var” indirimi nasıl oluyor?
    Çocuklara dokunmak neden bu kadar kolay?
    Aileden başlayıp,okul,toplum diye devam eden sonra savcı,hakim,doktor diye giden bir kısır döngü.
    Bu çocukları bizden (!) kim koruyacak?
    Cinsiyet eksenli eğitim aile de başlıyor.Bu döngüyü kıracak olan biziz.Çocukların sahibi olmayı bırakmalıyız.En kötüsü onları “gösteri” unsuru olmaktan çıkartmak zorundayız.”Benim çocuğum başarılı, sınavdan şu puanı aldı, şu okulu kazandı ve gurur duyuyorum”. Kızım üç buçuk yaşında ve ne giyeceği,ne olacağı hakkında fikri var. Neden özgür olmalarından bu kadar korkuyoruz? Düşük puan bu kadar mı ürkütücü? Onlar bizim herkese gösterdiğimiz vitrin malzemesi değil.Kendi fikirleri,hayalleri var.Renklerini korumalarına izin versek, şu içimizde ki çeki düzen canavarını biraz kontrollü kullansak.
    Çocuklar konusunda iki yüzlüyüz.Toplum olarak çoğunlukla “hayatımızı adıyoruz” adında bir oyun oynuyoruz ve kendimizi çok beğeniyoruz.

  • “Bir iyiliğin şerefi, geciktirilmeden hemen yapılmasındadır.” Hz Ömer

    Adalet ve barış gibi…

    Baba böbrek hastası.Annesi tandırda ekmek pişirirken,ölmüş.Abla bunca yoksunluğa dayanamamış ve intihar etmiş.Bingöl’deyken bir gurup arkadaşımla bu aileyi ziyaret etmiştik.Sosyal kurumları bilgilendirmiş ve neler yapılabileceği konusun da tartışmıştık.İktidar fakire fukaraya yaptığı her yardımın ardından “sosyal devlet” olmakla övüne dursun.Bizim de yapabildiklerimiz bir yere kadardı. Bürokrasi canavarı geçit vermedi.
    Kötü haber tez yayılır,demişler. Garibana yapılan zulmün ortaya çıkması bile üç yılı alıyor.13 yaşın da bu çocuğa tacizler başlamışlar ve 3 yıl boyunca sürmüş.

    İnsanın midesine bir yumruk oturuyor.Boğazı düğümleniyor.Bunca kötülüğün ortasın da yapabilecek bir şeyler olmalı? Kayıtsızlık içimizi kemiren habis bir ur gibi.
    Demokratik İslam kongresi üyesi bir gurup arkadaş basın açıklaması ve yürüyüş yaptı.Farkındalık yaratmak için.
    Kime ve neye karşı?

    Daha bugün yargıtay, 8 yaşındaki kızını sevgilisiyle ilişkiye zorlayan kadın için verilen hapis cezasını bozdu.Kararda, sanıkların eylemlerinin “hazırlık aşamasında kaldığı ve teşebbüs aşamasına ulaşılmadığı” vurgulandı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da dairenin bu kararını onadı. Bu karar sonrası yeniden yapılacak yargılamada her iki sanık beraat edecek.

    Hiç yabancı değiliz bu duruma.Kaç kez “iyi hal indirimi” denilen şaklabanlıkları gördük.
    Uzun zamandır ortalığa bir cerehat yayılıyor.Bu cerehatın ulaşmadığı yer yok. “Psikolojisi bozulmamıştır” diye rapor veren doktorundan, “kravat taktı” indirimini veren hakimine,savcısına,bir türlü değişmeyen yasalara kadar.Bu çaresizliğe teslim olmamız bekleniyor.

    Her gün haberler de ölüm ve taciz hikayeleri var.

    Özgecan yasası bekleye dursun, siyasilerin iğrenç üslubu bu döngünün bir parçası.Çocukları koruması gereken bakan sorumluluk alması gerekirken “kurumları” koruyor.Onu eleştirmeye kalkan muhalefet lideri daha büyük bir pot kırıyor ve çocukları kimse konuşmuyor.Üslupsuzluğu konuşuyoruz.On gün önce bakana verilmeyen tepki muhalefet liderine veriliyor ve buyrun en yeni kör döğüşüne.
    Bir an önce yasaların değişmesini , iyi hal indirimi denilen ucubenin kaldırılmasını talep ediyoruz.En önemlisi siyasilerin sorumluluk almalarını ve bu cinsiyetçi dili bırakmalarını talep ediyoruz.

    Çocuklara ve kadınlara haklarını verin! İyilik değil, hakkımız olanı istiyoruz.

    Cinsel İstismar davalarında 10 dehşet verici indirim ve sebebi.

    1-“Yarım kaldı” indirimi

    2- “Saygın tutum” indirimi

    3- “Eski sevgili” indirimi

    4- “Ruh sağlığı bozulmadı” indirimi

    5- “Bakire değildi” indirimi

    6- “Cilve yaptı” indirimi

    7- “Babasını kamuoyunda mahçup etti” indirimi

    8- “takım elbise giydi,kravat taktı” yani “iyi hal” indirimi

    9- “Erken boşalma” indirimi

    10- “Rızası vardı” indirimi

  • Merhabalar,

    Ben de açık mutfağa çok önemli gördüğüm iki uzman görüşüyle katkıda bulunmak isterim. İkisini de çok önemsedim. Siyasi içerikli oldukları düşünülebilir. Ama belli bir siyaset ya da ideolojiye hizmet etmekten çok genel bakışı biçimlendirme, mercek ayarı yapma gibi vasıfları daha öne çıkan çalışmalar gibi geldi bana:

    Biri anayasacılık hareketleri ve Türkiye’deki durum üzerine:

    http://www.diclehaber.win/tr/news/content/view/508260

    Biri de genel olarak Türkiye’deki durum üzerine:
    http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/dunya-verilerle-karar-veriyor-biz-ideolojiyle

    Sağlıcakla

  • Sema Şimşekler’in yazısını okuyunca ne kadar da beni anlatmış diye düşünmekten kendimi alamadım.
    Üniversiteden mezun olduktan bir kaç ay sonra kurumsal bir şirkette işe başladım pek istemeyerek. Çünkü masa başı ve de 8-18 mesaili bir işte calışmak gerçekten bana çok uzaktı. İşe başladıktan 1 yıl kadar sonra evlendim. Kafamda hep o zamana kadar evliyken çalışmama düşüncesi varmış demek, o kadar zor geldi ki calışmaya devam etmek. Bir 6 yıl kadar her gün ayaklarım geri gide gide işe gittim. İşyerinde neredeyse her gün mobbinge uğradım. Mescidlerde lavabolarda hemcinslerimle ağlayıp durdum. Çalıştığım süre boyunca bir türlü kafamdan ‘benim burada ne işim var’ düşüncesini atamadım. Şimdi bir bebeğim oldu ve doğum iznimden sonra istifa edeceğim. Mevzunun koptuğu yer burası. Istifa kararımı duyan -bir iki istisna dışında- herkes şok geçiriyor. Hepsine kendimce mantıklı açıklamalar yapıyorum fakat hiç biri geçerli görülmüyor.
    Üşenmedim, aldığım tepkileri sahiplerine göre grupladım:
    -Ee ne yapacaksın bundan sonra boş boş oturucak mısın diye soran calışan kadınlar; canım senin de neler yaptığını az çok biliyoruz, şu zamana kadar işyerinde oturup excel tablosu hazırlayıp, bayık toplantılara giriyoduk dünyayı kurtarmıyoduk yani. Üstüne bi de mutsuzluktan ölüp ölüp diriliyoduk her gün.
    -Bütün gün evde durup kimseyi görmeyince akşam eve gelen eşinin başının etini yiyeceksin diyen çok düşünceli erkekler: merak etmeyin ben calışırken de onun başının etini yiyebiliyodum farklılık hissedeceğini sanmam.
    -Öyle kurumsal şirket bırakılır mı, hazır düzen bozulur mu, böyle işi bir daha nerede bulacaksın diye soran endişeliler: bu kişiler beni çalıştığım dönemde her gördüklerinde ‘ay çok yorgun gözüküyosun iyi misin’ diye soranlarla ayni kişiler. Yani ağızlarına kürekle vurmak istediklerim.
    -Tek maasla nasil geçineceksiniz, ev almayacak mısınız diye soranlar: ne zamandan beri evin geçinmesi erkek varken kadının problemi oldu ben orayı kaçırmışım, ayrıca ev almak için 30 yıl calışmam gerekiyor ki hayatımı heba edemem dört duvar için.
    -En sona favori grubumu sakladım; kararıma şok geçirip burun kıvıran dindarlar, muhafazakarlar: yahu daha düne kadar kadının yeri evi falan değil miydi? Calışan kadınları linç etmiyo muydunuz? Ne ara kadın da calışmalı , hayat müşterek noktasına geldiniz? Çocuklarınıza calışan gelinler aramaya basladınız? Noldu tek maaşla yaşamak yemedi galiba? Canlarım benim ya.
    Tüm bu insanlara laf yetiştirmeye calışırken bence sadece tek bi gerekçe mevzuyu bitirmeli ama o da olmuyor. Bebeğime kendim bakmak istiyorum diyorum ama bu gerekçe kesinlikle insanlar arasında geçerlililigini yitirmiş. Çünkü artık herkes bakıcı tutuyor ve bu toplum gözünde de normal olanı. Gereksiz duygusal olmakla neredeyse gerikafalılıkla falan suçlanıyorum.
    Bir insanın sürekli bir şeyler üretme halinde olmasi gerektiğine inanıyorum evet, biz zaten iki günü birbirine eşit olmaması gereken insanlarız. Ama kardeşim bizi bir rahat birakın da ne yapacağımıza kendimiz karar verelim. Isteyen calışsın, isteyen ev hanımı olsun, isteyen çocuğuna kendi baksın, isteyen bakıcıya bıraksın ve daha bir sürü seçenek.
    Lütfen yani, bizim dengemizi bozmayiniz:)

    +Annelik sana çok yakışmış canım
    -Ay teşekkür ederim, istifa ettim bu arada ben.
    +Aaaaa neden ya?!
    -Çünkü annelik bana çok yakıştı 😉

  • Kapitalizmin ve egoizmin pençesinde sağa sola savrulduğumuz bu yüzyılda son dönem kadınların

    hayatındaki yaşamlarında barındırdıkları sahtelik olgusuna ve bu olguyla gelişen tavırlarına

    değinmeden geçemeyeceğim. Birçoğunuz “kadının en büyük düşmanı kadındır” mottosunu kendime

    ana tema olarak seçtiğimi düşünebilir fakat ben sadece yaşadıklarımdan ve gördüklerimden

    süzdüklerimi anlatmak istiyorum. Ey sevgili, nazik, bulunmaz hint kumaşı, hepsi birbirinden asil ve

    görgülü 21. yüzyıl kadınları, artık yeter! Günümüze sosyolojik açıdan baktığınızda defaatle

    dillendirilmiş olan tek doğuran, tek evlenen, tek anne olan, her şeyin ‘tek’ ve ‘ilk’ini kendinin yaptığını

    zanneden ve bundan sebep bence zavallı durumuna düşen siz ey kadınlar! Artık kendinize gelin.

    Öncelikle kendinizi silkeleyin, şunu unutmayın ki bu dünyada sadece sizlerin eşi, çocuğu, evi, arabası,

    mücevherleri yok! Hayatınızın her evresinde şunu aklınızda tutunuz, size öyle veya böyle bahşedilmiş

    nimetler aslında sizin değil! Ne eşiniz, ne çocuğunuz, ne arabanız ne de diğerleri.. Bunların hepsi

    Allah’ın sizlere, bizlere bahşettiği nimetler. Peki ey kadınlar! Allah’ın bahşettiği bu güzel nimetleri

    niçin egonuzu tatmin etmek, bir diğerinizi aşağılamak, birbirinizle yarışmak için kullanırsınız ??

    Eşlerinizin maddi durumları, çocuğunuzun-çocuklarınızın algı seviyesi ve güzellikleri, arabanızın

    markası, yüzükleriniz karatları vb. şeyleri yarıştırmak sizlere ne kazandırıyor? Ağzınızdan salyalar

    akarak anlattığınız evlat hikâyelerini dinleyenler arasında asla çocuk sahibi olamayacak birinin olma

    ihtimalini düşündünüz mü hiç? Yahut evinize, mobilyalarınıza, arabanıza sahip olmayacak insanların

    suratında ki ifadeyi gördünüz mü? Sizler bencil ve kötüsünüz. Bu tarz dünyevi şeylerle sidik

    yarıştırarak bende edindiğiniz ilk ve tek izlem yalnızca şu oluyor : “O kadar boş, o kadar iki lafı bir

    araya getiremeyen, o kadar kafası başka bir şeye çalışmayan bir insan ki kendini başka nasıl

    gösterebilir? Kendini ne ile ispat etsin ki?” Aslında edindiğim bu izlem hep doğru çıkıyor, bu ve buna

    benzer etrafımdaki kadınlar gerçekten de hayatta bir şey başaramamış yahut baba evinde istediği

    şeylere erişememiş evlendikten sonra erişmiş kişiler oluyor. Olay böyle dillendirince ne kadar acı değil

    mi? Çevremdeki insanlar geleneksel düşünmediğim için beni çoğu zaman feminist olmakla suçladılar,

    kadınlara bakış açımı bu söylediğimden de anlayacağınızı umuyorum, gelin görün ki benim gibi

    kadınların yanında olan, olaylara objektif olarak bakmaya çalışan birini bile bu satırları yazmaya

    zorladınız. Ben diyorum ki; birbirinizle yarışacağınıza hâyr, hasenat ve güzellikte (manevi güzellik

    kastım) yarışın, birbirinizle yarışacağınıza 19 yaşındaki kıza tecavüz eden adam hapiste 2 yıl yatıp

    çıkamaması için yarışın, sokaktaki çocuklar için yarışın, okuduğunuz yazdığınız ürettiğiniz sayfalar,

    projeler için yarışın. Hayat düşlediğiniz kadar uzun değil, ne yapın edin kendinize gelin aksi halde

    çocuklarınız yahut elinizin değdiği kimselerde sizin gibi olacak ve bu dünya zıvanadan çıkacak.

  • VASAT HAYAT

    Daha küçücük bir çocukken dahi insanlar yüklemeye çalışıyor. Sorular soruyorlar.
    “Bu kız neden esmer?” “Annesi sarı kız esmer olamaz”. Sonra soruyorlar neden “gözleri yeşil değil?”Evde herkes renkli gözlüyken neden kocaman kahverengi gözleri var? ”
    Bu konuda kime başvurup kimden renkli bir ten ve renkli göz istemeliyim bilmiyorum. Ama sorular, sorunları bitmiyor. “Neden hareketlisin?” “Neden konuşuyorsun?”
    Bunlarda zamanla değişiyor. Büyüyorum.
    Herkesin eteği dizde iken eteğimin uzunluğunun nedenini soruyorlar. Okul duvarına dizilen erkeklere kendimi beğendirmeye çalışmamami soruyorlar.”Neden sende bizim gibi değilsin?” küçük kadın gibi olmasın, çocuksun diyorlar.
    Bitmiyor. Büyüyorum.
    İmama hatibe gidiyorum. Sınıfın en deli kızı oluyorum. Soruyorlar “Neden kapanıyorsun?”” sen ki…” ben ki ne ? Hareketli olmak örtüme mani mi? Annem mutfağa gidince bana salak diyorlar, örtünme diyorlar.
    Bitmiyor.
    Sınıf arkadaşlarım soruyor: “Sınıfta delisin dışarıda niye sakınsın?” Haram helal dediğim şeyleri sorguluyorlar.
    Bitmiyor ben yine büyüyorum ve başka sorunlar ile karşılaşıyorum.
    “Neden aklından geçenleri pat diye söylüyorsun diyorlar?” Bana miş gibi yapmamı öneriyorlar.
    Bitmiyor.
    Kopya çekmiyorum yine neden diyorlar . “Neden çekmiyorsun?”
    Okul bitiyor herkes üniversitelere dağılırken ben kendime başka bir kariyer planı yapıyorum. Ve yine deli sorular: “Neden?”
    “Neden okumuyorsun?” diyorlar.
    Bitmiyor.
    “Ya dul kalırsan?” diyorlar.
    Çalışmadan geçine bilmemi anlamıyorlar soruyorlar.
    Bitmiyor, büyüyorum.
    “Neden kitap okuyorsun , işe yarıyor mu bari ? ” diyorlar.
    Bitmiyorlar. Ben büyüyorum.
    “Neden evlenmiyorsun?” diyorlar. Evlenmek niyetinde olsam ” Aman evlenip de kim mutlu olmuş?” diyorlar.
    Bitmiyorlar. Büyüyorum.
    “Neden dar giymiyorsun?” diyorlar.
    “Neden makyaj yapmıyorsun” diyorlar.
    Sonra hız kesmeden büyümeye devam.
    Bu sefer “Neden 3 çeşitte beş çeşit değil?” diyorlar. Hamarat olmaya zorluyorlar.
    “Neden çocuğu kışın sokağa çıkarıyorsun?” diyorlar.
    Neden istediğini yapıyorsun diyorlar.
    Bitmiyorlar büyüyorum.
    Sorular başa sarıyor.” Neden çalışmıyorsun?” Ayy bu rengi seviyor musun?”
    “Peki bu kitaplar işe yarıyor mu?” diyorlar.
    Bitmiyorlar. Ben büyüyorum.
    Bu sorulara zaman zaman kendi içlerinde cevap veriyorlar, tembel oluyorum, kıskanç oluyorum, beceriksiz oluyorum, salak oluyorum. bazende onlar ben oluyorlar ” ben olsam …” li cümlelere başlıyorlar.
    kendi hayatlarını yaşamam için dayatıyorlar da dayatıyorlar. Zamanla görüyorum ki o soru soranların bazılarının istediği hayatı yaşıyorum aslında.
    Evet hayatım boyunca taktıkları şeyleri takmadım. Evet çalışmıyorum. Evet benim harika başarılar ile dolu bir cv yok. Aslında harika başarılarım ve cvm yok. Evet ben 5 çeşit yemek yapamam, evet kış günü geziyoruz, evet kitaplarım size göre angarya ve dağınıklar. peki sor bakalım mutluyu muyum?
    Evet mutluyum kendi hayatımı yaşadığım için mutluyum. Kınayıcının kınaması beni yıldırmadığı için mutluyum. Senin kılıf bulduğum şeyler hayatımda olmadığı için mutluyum. He unutmadan kadın olduğum içinde çok mutluyum. Ezildiğimi de düşünmüyorum. Allah’ın izniyle eşimin egosunu tatmin etmek için zor şartlarda çalışmak zorunda da değilim. Misafir beni beğensin diye zorla yemeklerde yapmıyorum. Kimse beni beğensin diye dediklerini yapmıyorum.
    Düşündüğüm gibi yaşıyorum. bu arada düşüne bildiğim içinde mutluyum. sizin o sorularınız ve kendi kendinize verdiğiniz cevaplarınız sizin olsun , beN kendimle mutluyum. ben buyum. beni ben olarak kabul eden ve benlikleri ile kabul ettiğim insanlar ile mutluyum.

  • Görüntünüzle Var Olmaktan Vazgeçin

    Bir çoklarına göre muhafazakar diye anılır dindar bilinirim ama artık dayanamıyorum. Hiç bir kimlikle anılmak istemiyorum. Son günlerde yaşadığım bir olayı yazarak bağırmak istedim, yoruldum sıkıldım bunaldım fetvalardan. Her yerde sözler, isimler, hadisler,ayetler basit şeyler gibi dillerde şuursuca dolanmacalar…
    Kıyamıyorum!
    Basitleştirilmesine değersizleştirilmesine, sloganikleştirilmesine.
    Ve sanki her şeyin ucu ona dokunmak zorundaymış gibi yine kadına gelip mevzunun kilitlenmesine…
    Dayanamıyorum!

    Vakit namazı için camiye giderken kapıya çok yakın duran çarşaflı bi genç kız elinde (sonradan mikrofon olduğunu anladığım) siyah bi seyle hizli adımlarla yaklaşarak beni durdurdu. Bir an korktum irkildim o an yüzüm nasıl bir ifade aldı ise bilmiyorum. Üzerime hızla geliyor ve ben ne oluyor anlayamadım.
    Kız “korkma ben yabancı değilim” dedi. kimsin de yabancı olmuyorsun ki dedim içimden…
    Bize yabancı olan yada olmayan kimdir? İnsan’lık evrenseldir. İnsan olma meselesi dinler üstü bir ahlaktır. Bu ne görselle ne de dil ile ne de yaşam şekli ile ölçülesi bir şey değil..
    Yoluma devam ettim..
    Kız ben yabancı değilim diyor. Ben müslümanım demek istedi sanırım. Selam olmadan kelam olur muydu? Neyse mevzu o değil…
    Elinde mikrofonla ne soracakti bilmiyorum. Ama kendisi yabanci olmayan ve muazzam örtülü(!) bir kadın olarak teşhir olmaya razı değil ise başkasını nasıl teşhir edebilmeye cesaret ediyordu?…

    Küçük yada buyuk girdigim her mecliste şeriat dersleri vemek isteyen birileri çıkıyor…60 küsür yaşını geçmiş teyzeye şeriat dersi vermeye çalışarak kenetler vuruluyor Yahu dili dönmüyor ama kalbi atıyor… Bırak lütfen verme ders. Yaşa yaşat kendinde ama başkasında yaşatmaya çalışma. Zulmediyorsun.
    Herkes herkesi ihya ediyor… Evlat anneye din dersi veriyor oysa anne zaten erimiş pamuk olmuş… Evlat anneyi beğenmiyor, neden çünkü o annesinden daha müslüman.
    İslam bu değil islam müslüman olanı olmamış yeniden müslüman edeyim dini değil.
    Konu needen nereye geldi değil mi?
    Peki biz toplum olarak nereden nereye geldik? Görüntünüzle var olmaktan vazgeçin!

h için bir cevap yazın İptal Et