Açık Mutfak

AÇIK MUTFAK

Reçellerimizi yaptığımız mutfakla, lafladığımız salonun arasındaki duvarı yıktırdık, yerine açık mutfak yaptırdık. Yemeğin kokusu salona, salonun sesi mutfağa doldu.

Muhabbetimize siz de buyurmaz mıydınız?


  • Çok aklı başında kızlar var. Ben değilim. Ağzım ve kulağım sanki aynı bedenin parçaları değil gibi. Birinin söylediğini öldürsen duymaz diğeri.

    Ben aklı başında değilim. Hanım hanımcık hiç değilim. O yüzden o hayalinizi süsleyen çamaşır yıkama, çocuk doğurma, çocuk bakma, yemek yapma makinesi hatunlar listenizden beni bir silin.
    Sizin egolarinizin, o çirkin ebeveynlerinizin “paşam!” yalanlariyla şişirip içini boşalttigi ahlaklarinizin ve yalnızca kadın bedeniyle dolu gelecek hayallerinizin, bizim literaturumuzde değil yeri karşılığı bile yok bayım! Şahsiyet denilen erdemden yoksun, para kazanma makinesi haline dönüşmüş bedenlerinizin üzerinde taşıdığınız, elemeden irdelemeden kritik etmeden içine herbişey doldurduğunuz beyinlerinizin, yanlız birer kazan haline gelmiş zavallı kafalarinizin, bizim iman cihat ihlas ve hizmet kaygılarımızı anlamalarını beklemek ne büyük acziyet!
    Oysa kadın namustur. Namus kutsaldır, beladır.

    Gelecek neslin anası olmayı sadece rahiminde buyuttüğü meniden almaz kadın. O; meniyi insan, şehveti izan eder. Insan dediğin, mamayla değil ilimle,irfanla,kabiliyet ve bin bir ihtimamla yetişir. Oysa Rabbi’ni bilmez, haddini hududunu acziyetini ve zafiyetini, nefsini bilmez bir erkek, doğanın en büyük aksakligidir. Aksaklık eksikliğe sebebiyet verir. Fırat bozulur. Dengeler değişir. Kadın yorulur. Ve nesil bir birine çarpmadan yuruyemeyen körler topluluğuna dönüşür.
    Hata payın yok ey Adem! Okusan Kitab’ı derin, kavvam olursun. Akletmezsen, “koca” !

  • Kocaman Kocaman Kubbelerin Altında Dar Alanda Kısa Süren Namazlar
    Koskocaman camilerimiz var. Her ilde, ilçede, köyde, kasabada… İçlerinde tablolar, kırmızı yeşil halılar, gül kokuları… Şadırvanlarımız var kocaman kocaman. Peki, erkeklerin namaz kılması için ayrılan bölümler ile kadınların namaz kılması için ayrılan bölümler neden birbirlerinden farklı? Bir kadın olarak neden caminin en küçük bölmesinde biz namaz kılıyoruz. Bazen öyle korkunç yerlerde namaz kılıyoruz ki kâh mescidin tavanı kâh bodrumunda. Caminin içine girdiğimizde bir ok ile bir perdenin arkasını işaret eden kadınlar bölümü, şıkış tekiş bir cemaat. Fakat caminin en geniş bölümü erkeklere ayrılmış. Bu uygulamanın bir kaynağı ya da dayanağı yok tabi ki. Ha bir de şu durum var. Vakit namazı ezanı okunduğunda, kadınlar için ayrılan bölmenin kilitli olması. Önceden gitmek gerekiyor mescide. Hocaya haber vereceksin bizde namaz kılacağız hocam size zahmet bizim bölümü de açıverin. Hocada beş karış surat ile gelip o bölümü açacak da bizde namaz kılacağız. Bunu yapmak zorunda mıyız? Neden o bölümler kapalı? Kadınlara namaz kılmak farz değil de bizim mi haberimiz yok, yoksa ‘’kadın için ibadet yapacağı en güzel yer evidir’’ diye uydurulan hadislere mi itibar etmek zorundayız? Gelin bir kereliğine erkekler ile safları değiştirelim. Onlar dar alanlara sıkışsınlar bizler geniş alanlarda ferah ferah namaz kılalım, bu mümkün mü?
    Bir başka sorun yaşanan alan ise abdesthaneler. Tesettürlü kadınlar için abdest almak bir çileye dönüşmüş vaziyette. Tesettürlü kadının abdest alması için mahrem yerlerini açması gerekiyor. Ancak bazen mescitlerde kadınlar için abdest alma bölümü bile yokken var olanlarda son derece kötü ve kullanışsız. Evden çıkarken mutlaka abdestli çıkalım, abdest alacak yer bulmada sıkıntı yaşayabiliriz diye düşünen bir erkek var mıdır acaba. Tüm bu soruların cevabını Diyanet Kurumu vermelidir ve bu işe el atmalıdır. Ülkemiz Müslüman bir ülke olarak anılmakta kocaman kocaman camiler yapılmakta, ancak her yerde geri plana itildiği gibi, kadınlar bu konuda da ihmal edilmektedir. Yeni yapılan camilerde bu konuya belki daha çok dikkat ediliyor ancak eski camilerde ve mescitlerde maalesef kadınlar saf dışı bırakılmış vaziyette.

  • ÇIĞLIK
    Sonbahar geldi mi hava kurşun gibi ağır ama gök pırıl pırıl. Her şeyin çehresi değişir.Ağaçlarda kuşların ötüşü bile ilkbaharda başkadır sonbaharda başka.
    Şıp şıp şıp.Yağmur başlar.
    Yere düşen her damla, mis gibi kokar toprak.Karanlık aniden çöker, hava serinler.Kadınlar tarlalarda, kadınlar bahçelerde, kadınlar yollarda daha çok üşür.Çocuklar bir topun, bir şişe kapağının veya birbirlerinin peşinde koşarken kalın hırkalarını giyerler üzerlerine.
    Perdenin ardında pencerenin camına başını dayamış dışarı bakıyordu.Yine sonbahar ama bu sefer kollarını kaldırsa değivereceğini hissettiği gök kendisinden çok uzak.
    Bir de köyün yolları…Taşlı,çakıllı,yamru yumru yollar.Şöyle bir baktın mı yerle gök yolun sonunda birbirine kavuşur.Kucaklaşan dostlar gibi.O noktaya ulaşmak isterdi hep.Lastik ayakkabılarının içine taşlar kaçardı.Gülümsedi.Keşke yine yürüse o yollarda.
    Aylardır bu evde tek başına.Sessiz ve nezih bir sokağa bakan bu oda,kocaman bir salon ve perdeleri sıkı sıkı kapalı camlar.Saymıştı, evet saymıştı.Salon baştan sona altmış adım, koridor seksen, mutfak elli. Köydeki evleri kaç adımdı? Kırk bilemedin elli adım.Küçüktü ama bir sürü insan sığmıştı oraya.Kına gecesinde. Evlenmişti. Annesini,köyünü,tozlu yolları, kocaman göğü,küçücük evini geride bırakmıştı.Annesi ısrar etmişti evlenmesi için.İtiraz edince ağlayınca da ona “Ne yapalım kızım, böyle aç mı yatacaksın hep? Bu evlilik kurtuluşun senin.” demişti.
    Böyledir buralarda.Evlilik bir kurtuluştur.Bazen fakirlikten bazen dedikodudan.Hem kocası iyi biriydi,dürüsttü.Tanımıyordu o zamanlar öyle söylenmişti.Kocası onun köylüsüydü ama yıllar önce şehre taşınmışlar.Kına gecesinden evvel şehirden birkaç günlüğüne kalmak için akraba kadınlar gelmişti.İçlerinden biri annesinin kolunu tutmuş fısıldayıvermişti kulağına.”Ne kadar da rahatsın, evden böyle hesapsız çıkışını kıskanıyorum. Ne annesi ne de kendisi hiçbir şey anlamamıştı.
    Sonra zaman geçti.Şimdi anlıyordu.
    Daha evliliklerinin ikinci günü kocası çarşı-pazar ihtiyaçları için kendisinden bir liste istemişti.O “Sen işinden gücünden kalma, ben hallederim bunları.” deyince onu tutmuş köşeye çekmişti. “Sen ver listeyi.Bundan sonra dışarısıyla ilgili ihtiyaçları ben karşılarım.Sen çıkma böylesi daha münasip.”
    Diyecek bir şey bulamamıştı.Münasip olan buydu.Peki ya münasip olmayan neydi?Bu kapı sokağa değil de bilmediği garip bir dünyaya mı açılıyordu? Kocası onu korumak mı istiyordu?
    Karşı koymadı.Zaten ona karşı koymak aklından bile geçmezdi.
    Pencerenin yanından ayrıldı.Koltuğa uzandı.Bu evin her gün bir köşesini keşfediyor, orayı inceliyordu.Duvarlara baktı,alçak tavana.Eski evinde de tavan alçaktı, yağmur yağdığında akıtırdı ama annesi en çok boyası dökülmüş duvarların kötü görüntüsünden şikayet ederdi.O şimdi kızının sağlam, şahane duvarların arkasında güvende olduğunu bilse mutlu olur muydu? “Ah!” dedi. “Ah anneciğim, bir bilsen bu güven ve bu duvarlar nasıl boğuyor beni.”
    Tam da boğazının ortasına gelip yerleşen yumru, bir hıçkırık olarak attı kendini.Teninde ılık,tuzlu,kaygan bir his.Dört bir yanını saran sessizliğe baktı.Hem ürkütücü hem kahredici.Bir sessizlik ki salondan mutfağa, mutfaktan diğer odalara..Sabah kahvaltı masasında okunan gazeteden yemeğin tuzuna, hissiz bakışlardan, soğuk gecelere varana kadar derin, dipdiri bir sessizlik.
    Ah! Ah!

  • BEKLEYİŞ-I
    Telefonun saati çalıyor, ben uyanığım oysaki. Bin bir hevesle aldığım tülün pembe boncuklarına vuran güneş ışıklarını izliyorum. Gece sokulmuş koynuma, siyah tüylerini elimle taradıkça şımarıyor. Kara burnuna kondurduğum öpücükle mırlamaya başlıyor ben ise işe geç kalıyorum. Ancak hiç niyetim yok Gecenin keyfini bozmaya. O saatin sesinden rahatsız olup doğruluncaya kadar onunla kalıyorum yatakta. Daha yüzümü yıkamadan yatağımı pardon eşimin beni uyandırmamak için sessizce ayrıldığı yatağımızı topluyorum. Banyoya girdiğimde akşamdan renkli giysileri doldurduğum çamaşır makinesini çalıştırıyorum tabi önce bitiş zamanını işten dönüş saatime denk getirecek şekilde ayarlıyorum. Yerdeki paspasları düzeltiyorum. Zihnimde ise eve gelince yapılacak işleri… Saç kurutma makinesini, traş makinesini yerine kaldırıyorum hızlıca. Aynı hızla gecenin kumunu temizleyip suyunu tazeliyorum. Nihayet avuçlarım suyla buluşuyor. Kiminin afyonu çayla patlar, kiminin kahve ile… Bense suyun serinliğini ensem de ve ayaklarım da hissettiğim zaman yaşadığımın farkına varıyorum. Suyla buluştuğunda tenim patlıyor afyonum benim. Feracemi giyip başörtümü bağlıyor ve günlük dualarımı okuyarak evden çıkıyorum bu arada yerdeki çorapları çamaşır sepetine koyup mutfaktan çöpü alıyorum. Evsel atıkları çöp tenekesine atarken ayrıştırdığım cam, kağıt ve plastik çöplerini yan tarafına asıyorum çöp tenekesinin. Çöpten ekmeğini çıkarırken dünyanın ömrünü uzatan, adı da sanı da hatırlanmayacak kahramanların işi kolaylaşsın diye.
    Hızlı adımlarla durağa yürüyorum. Yanımdan evimin yakınındaki imam hatip de okuyan kızlar geçiyor. Sadece birkaç saniyeliğine hayatlarına misafir oluyorum. Kimi derslerinden bahsediyor, kimi sınavdan, kimi takip ettiği bir diziden. Birinin cümlesi benim yüzümde tebessüm oluyor. “Evlenince neden kocamın soy adını almak zorundayım ki?” Yoluma devam etmiyorum peşinden bu küçük hanıma yetişip “Şu an taşıdığın soyadı babanın değil mi? Baban da bir erkek.” Diyorum. O daha şaşkınlığını üstünden atamadan ben yoluma devam ediyorum yüzümde buruklaşan tebessümle. Sanki daha dün annem servise geç kalmamam için uyandırıyordu beni. Lacivert başörtümü acemice bağlayışım, lacivert jilem, beyaz gömleğim, siyah ayakkabılarım… Yaz kış üstümden eksilmeyen gri hırkam… Sırtımda aşınan kahverengi çantam, kalem tutan elimin nasırı… Kocaman hayallerim, büyük ideallerim, isyanım, teslimiyetim… Hepsi sanki dün de yaşanmış bu güne evrilirken araya asırlar girmiş gibi. Bu gün onların konuştuklarını dün de bende konuşuyordum. Bu gün onların kaygıları, dertleri dün benimdi. Bu gün hepsi çocukça geliyor içimdeki boşluğu hatırladıkça. Dün onlar gibi yaşıyordum oysa hayatı bu gün annem gibi. Ah annem, elleri toprak kokulu annem ben ne zaman büyüdüm?
    Ayaklarım ezbere adımlarla taşırken beni durağa kaldırımda rızkını arayan serçeleri ürkütmemek için yolumu değiştiriyorum ve nereden geldiğini anlayamadığım bir kedi ok gibi fırlayıp pençesini geçiriveriyor serçelerden birine. Kaçışan serçelerin telaşına katılıyor benim dudaklarımdan çıkan ağıt. “Ah, gitti serçecik. Geçseydim oradan belki yakalanmayacaktı vah vah!Hain kedi !” Sanırsın kedi rızık peşin de değil. İdrakimin üstünde bir sistemle dönüyor şu dünya. Azıcık akışını düşünsem başım dönüyor. Hakikaten başım dönüyor, tutunma ihtiyacı hissediyorum. Ellerim değiyor soğuk duvara. Midem de bir acı, elimi gayri ihtiyari üstüne koyuyorum. Birden yine o can yakan boşluk… Rahmimin boşluğu geliyor aklıma içim buz kesiyor. Gözlerim doluyor. Küçülüyor her şey nazarımda boşluğum büyüyor etrafımdaki tüm mevcudatı içine çekerek. Herkese kendi derdi büyük gelir ya benim küçük dünyama sığmıyor derdim, sığdıramıyorum. Boynu bükük açmayan bir menekşe oluveriyorum olduğum yerde ve kalbim yine yeni yeniden yaratıcısına sesleniyor bedenim insan yığınlarının arasında ceset gibi gezinirken:
    ”Ya Rab! Benim baharım ne zaman? Soğuk, cansız, katı şu duvar da dahi hayat var eden sana sığınıyorum. Ol deyince olduran Rabbim, kedinin rızkı için bana yolumu değiştiren Rabbim beni de rızkınla rızıklandır. Peygamberlerin dahi sınandığı bu çetin imtihandan geçebilmem için bana rahmet et! Sen Hz. Zekeriya ya Yahyayı, Hz. İbrahim’e İsmail ve İshak’ı nasip ettin. Sen İmran’a Meryem’i nasip ettin. Bana da nasip et Allah’ım. Vallahi bu bekleyişte gönlümü gamla dolduran, gözümden yaşlar akıtan imtihanın çetinliğine olan dayanıksızlığım değil. Fakat ya Rab, kulların çok zalim. Benim rahmimin boşluğunu yüzüme utanç gibi vuranlarla, meyvesiz ağacım diye dalımı budağımı kıranlarla, senin verdiğin nimetin ile övünüp bana büyük taslayanlarla aramdaki hükmü sen ver ya Rab! Halim sana arzdır, benim baharım ya Rab!”

  • Kızıma “evlilik gizli mücadeledir” demiştim…. Evlenip giderken öğüt bile verememiştim ki! “Benim zamanımda şöyleydi böyleydi” desem hepsi boştu. Artık o daha bilinçli, tahsilli ve paralı, benden çok daha şanslı… Çünkü o çalışacaktı; daha rahat bir yaşam onu bekliyordu. Hem de her şey tozpembe…
    Ve hesaba katmadığım, insanoğlunun bitmek bilmeyen istekleri, heves ve arzuları, daha dahaları, beklentileri… Kadına her dönemde yüklenen misyon boyanıp süslenip yine önüne bir tabakta sunulmuyor muydu?
    Kadının erkekle kendini yaşam içinde eşitlemesi ve sonuçta beklenen o durum: Süküt-u hayal…
    Annelik, yemek , temizlik , misafir ,komşuluk evde olmayan ve yorgun gelen hangi kadın için cazipti ki?
    Yanı sıra hemen her evlilikte inceden inceye devreye sokulan incelikler, gerektiğinde devreye sokulan stratejiler…
    Yapsan görevin olur, yapmasan vicdanını öldürür gitgeller arasında acı çeken kadın…
    “Kızımı yanlış mı yetiştirdim eyvah” diyen bir anne feryadı mı bu…???
    Evet düğün günü anladım ben onu her şekilde yetiştirdim dört dörtlük mükemmel, akıllı hatta sanki lisanslı…
    “Eyvah” dedim “eyvah” Ev halinde hiç bir özelliği yoktu. Ev hanımı özelliğinde hiç değildi. Yok yok dedim yemek yapmayı öğrenir internet var canım. Hepimiz sonradan öğrenmedik mi.?
    Başına buyruk mu büyüdü? Yok canım sadece kendi özgürlüğü kendi denetiminde. Haa kendi denetimi başkasının emri baskısı hiç yoktu… Aklına geldiğince yaşamak, hep öğrenci ruhunda yaşamak..
    Erkek evi ve eş sorumluluğu kaldırabilecekleri kırılma noktaları emir altına girme ruh hali….
    Benim hiç zorlanmadığım noktadaydık şimdi… Bana teslimiyet öğretilmi, ortama uyma mantığı ile yoğrulmuş bir gelindim. Fedakar, herşeyi yüklenen hayat yükü zor ama mutlu…Polyyana bir eş olmayı marifet bilmiş bir anne….
    Sorgulamıyorum ama iki ayrı dönemdeki bu farklı tarz evliliklerdeki doğruyu bulmaya daha çok uğraşır oldum… Arkada bir kızım daha var neye göre nasıl yetiştirecektim?
    Fedakar, almadan vererek mutluluk mu.? Beklentilerle, ben merkezli kalarak hep alarak bize mutluluk verecek miydi?
    Belirsizliklerdi hepsi, kaderdi.

  • Mutfakta eşimle birlikte akşam için yiyecek bir şeyler hazırlarken “arkadaşlarım arasında en çok yemek yapan benim” dedi birden. Tek bir cümle ne öncesi var ne sonrası, hiç cevap vermedim şaşırmadım böyle olduğunu biliyorum zaten onun ki küçük bir serzenişti belki çok da düşünmeden anın önemini vurgulayıverdi. Bunun sebebi çalışıyor olmam, yüksek yapmam, eve geç gelmem falan değildi elbet bunları birçok kadın yapıyor belki bazı minik kuralları önceden koymam ve zamanla feminist öğretiyi kocama el altından işlememle oldu e tabi kolay olmadı. Ama görüyorum ki benim emek emek kurduğum düzen rahat ve rehavet içinde yaşayan evli, mutlu, çocuklu erkekler yüzünden sarsılıyor hatta ufukta isyan bile olabilir. Düşününce onlara da hak vermiyor değilim ben erkek olsam bana da her gün yemek yapan biri olsa ve bu durumdan hiç şikayet etmese sanırım bende sessizce yemekleri mideme indirip teselli armağanı olarak da tabakları mutfağa götürür karımın gönlünü kazanırdım, ertesi günde işte ben evde iş yapmıyorum her şeyi hanım yapıyor sağ olsun keh keh diye övünürdüm herhalde. Erkeklere yapılan mahalle baskısı bu kadarla da sınırlı değil tabi, benim kahvaltı hazırladığım günlerde eşime “çocuk olunca hazırlamıyorlar” gibi karşı atakta bulunuyorlar, her şey skor üzerinden kadın:1 -erkek:0 başka muhabbet yok sanırım.
    Vaziyeti böyle olan birkaç arkadaşıma durumun vahametini göstermeye çalışma girişimlerim hep “ama eşim çok yoruluyor”, “e oda salatayı yapıyor, “aman canım o mutfağı çok dağıtıyor” gibi cevaplarla sonuçsuz kaldı, belki birinin aklına soru işareti bırakabildiysem ne mutlu ama çok zor o duvarları yıkmak öyle vazife bellemişiz ki tuvalet sürtmeyi kendimize asla başkasına bırakamıyoruz. Şimdi kim suçlu soruyorum kocasına acımayan ben mi, kocalarına kıyamayan kadınlar mı, kendilerinden bir şey beklenmeyen erkekler mi? İnanın şu tabloda erkekler en masumu görünüyor. Bu yaşa kadar nazik elleri sıcak sudan soğuk suya sokulmamış erkeklerimiz aynı muameleyi eşlerinden görünce hiiiç yadırgamıyor, kendilerini hayatın doğal akışına bırakıveriyorlar.
    Hasılı siz hiçbir kadının “arkadaşlarım arasında en çok temizlik yapan benim” diye bir şeyden yakındığını duydunuz mu? Yakınmalı bir erkek nasıl yakınıyorsa kadın da yakınmalı eşimin serzenişi bana değil aslında düzene, çünkü ev işlerinin cinsiyeti yoktur. Ha ailelerin yanına gidince ne mi oluyor, elbette Anadolu’nun yiğit delikanlısı iş yapmaktan utanıyor düzen öyle hemen değişmiyor.

    • Toplumdaki kemikleşmiş rolleri sürdürmek için erkeğin çevresi tarafından baskılandığına inanıyorum ve bunu evliliğimde de gözlemliyorum.
      Eşim sair zamanda pek yemek yapmasa da misafirlerimizin ağırlanması sürecinde yemek dahil hazırlıkları beraber yapıyoruz. Misafire servis faslında birlikte hareket etmemizden birçok arkadaşımız rahatsız oluyor.Erkekler ya eşimle şaka karışık dalga geçiyorlar veyahut benim çok baskın olduğumdan söz açıp ortamı bulandırıyorlar. Kadınlar ise ya eşlerinin hiç böyle işler yapmadığını söyleyip sitem ediyorlar veya mutfağın onların alanı olduğunu eşlerinin dağıtmasını istemediklerini söylüyorlar. Yine birçoğu kadın erkek ilişkisi konusunda fikrimi bildiği halde şakalarına devam ediyorlar.
      Emeğimizin, onlara değer vermemizin ve misafirperverliğimizin karşılığı hayat tarzımızla alay edilmesi midir ? Yoksa bir içten gülümseme ve teşekkür müdür ?

  • Kalıplara konmaya çalışmaktan bir etiketin alt başlığı olmaya zorlanmaktan hem kendi adıma hem insanlık adına hep nefret ettim.Kıyafetime,tavrıma,ses tonuma,gülüşüme,oturuşuma göre sen şusun denilme çabasını asla anlayıp saygı duyamadım.
    ‘Hayır sen yanlış düşünüyorsun’ diyen insanlardan uzak durmaya çalışarak kendimi bir koruma kalkanına almak zorunda kaldım.İnsanlara kendi düşüncenize uymayan her şey yanlış değildir demekten artık yorulduğumu farkettim.
    Çevremin beni kendi doğrularına göre işaretlemeye çalışması benim de onlar gibi olmam için uğraşmalarından midem bulandı artık.
    Yüksek sesle konuştuğum için ayıplanmaktan,gülerken dişlerim göründü diye günahkar damgası yemekten,pantolon giydim diye hafif meşrep olduğuma dair yapılan imalardan,akşama kadar kadınlarla diz dize çalışan erkeklerin benim girdiğim her ortamdaki her erkekten nefret etme çabasından ,Müslüman kadın şöyle olur,tesettürlü kadın böyle olur nutuklarından,hanımefendi gibi giyinmedim diye “evde kalırsın bak haaa”diyen akrabalardan,başörtümün şekline göre benim ne kadar takvalı olduğumu tartmaya çalışan zavallılardan,bacak bacak üstüne attım diye ayıplanılıp yerin dibine sokulmaya çalışılmaktan,”kız başıma” yurt dışına çıktım diye arkamdan söylenmedik laf bırakmayanlardan,benim kendisi gibi olmam için üstün çaba sarf eden herkesten,her şeyden artık nefret ediyorum.Ayağa kalkıp beni sizler var ettiniz sağ olun var olun sizi lanet olası pislikler diye bağırmak istiyorum.Bağırayım ki yılmadığımı yıldıramadıklarını görsünler istiyorum.Belki de sadece bakın ben sizin gibi değilimi ispatlamak istiyorum.
    Çok şükür ki ayağa kalkıp bağıramasam da yılmadım.Nefret ettim,bıktım hatta bazen lanet ettim ama asla yılmadım.İyi işler yapmak için söylenenleri kulak ardı edip yürümeyi öğrendim.Kim ne derse desin hangi başlık altına adımı yazmayı uygun görürse görsün umutlarımı,hayallerimi bir nefretin arkasına terketmiycem.Her öfkem her nefretim daha çok gayretlendirmiş beni farkında olamadan.
    Nefretlerimin altında imzası olan her’şeye’selam olsun.

  • Erkekler ve kadınlar, apayrı dünyalar demek. Evlilik ise, bu ayrı dünyaların bir arada yaşama sanatı. Belki de dünyanın en zor işlerinden biri. Kitabımızdan, peygamberimizin evliliklerinden ilham almak bu zoru nasıl kolay kılarız açık açık gösteriyor. Hayır buraya bir psikolog olarak nasıl mutlu evlilik olur diye ahkam kesecek değilim. Üstelik kendi evliliğimde işler iki ucu bilmemne olmuş hale geldikten sonra. Evlilik nedir deyip durduk yıllarca. Kimse de çıkıp ne değildir demedi. Hani strateji oyunları olur, hedefe ulaşmak için plan kurarsın, hamleler yaparsın, gerçek değildir hiçbir şey aslında. Evlilikte kadın erkek arasında bu oluşmaya basşadıysa eyvah ki ne eyvah. Malesef biraz yaradılış yüzünden, biraz da cinsiyet algısı nedeniyle yetiştirilme tarzından dolayı evlilik bu oyun için biçilmis kaftan. Burada yine kadının yani annenin erkek olan evladına yaptığı yüceltme, ve yine bir kadın olan annenin kız evladına yaptığı baskı, bu oyun için tam bir zemin oluşturur. Annesi tarafından hep yüceltilmiş adam, annesi tarafından hep baskılanmış olan kadını sever. İşte savaş baslar. Hele adam bir turlu kendini gerceklestirememis, hayallerine ulasamamis, kendini ispatlamaya calisma derdinde, kadın ise şimdiye kadar gördüğü bütün haksızlıklara inat, kahramanından göreceği telafiyi arayıp bulma derdinde iken. Erkek kadinin kendisine olan zaafini bir gördü mü, savaş başlar. Tek kişilik savaş. Kocandan mahrum kalmamak için oyuna dahil olursun. Ama erkekteki o benlik duygusu kadında olmadığından, bir türlü olmasına izin verilmediğinden, adama naparsan yap diyemediğinden, kendini acındırarak, yalvar yakar onsuz kalmamak icin savaşırsın. Yani bir gramcık benliğini de teslim eder, savaşıyorum zannedip kendini bitirirsin. Zaafın gittikçe artar. Kısır döngüde adam kadınla, kadın kendisiyle tek başına savaşır durur. Ya giderse, ya gelmezse, ya aramazsa, ya annesine şikayet ederse, ya yanımda yatmazsa. Birbirini adam etme oyunu. Ders verme oyunu. Benliklerin savaşı. Bu oyunda kadının küsme hakkı yok, kırılma şansı yok, boyun eğersen devam, eğmezsen tamam. Adamın kadına öfkelenmeye, kendisinden uzak bırakmaya hakkı vardır. Bu hakkı bu sistemden alır. Kadının ise kocasından izin almadan küsmeye bile hakkı yoktur. Ben kırıldım, sensizlik tehtidi beni bitirdi, gidiyorum iki gün derse, bekleseydin o gelirdi zaten derler. Şu üç günlük dünyada benliklerin kendini var etme çabası. Sonuc ne mi, bizim inancimiza gore, hesap günü yaşanan o büyük pişmanlık. Herkese savaşsız oyunsuz huzurlu yuvalar dilerim.

    • Şu an bu durum içindeyim. Evli değiliz. Evlilik gibi bir beraberliğimiz var. Fena halde evlilik gibi olduğundan yıldım. Herhangi bir gelecek vaadi yok. Yakınlaşma çabası yok. Mutlu etme gayreti yok. Herhangi bir konu hakkında fikrini bile beyan etmiyor. Eve geliyor. Yemek yiyor. Kitabını okuyor. Sevgi, saygı, ilgi ve alaka görüyor. Ben yokum. Ben konuştuğum zaman uyuyakalıyor. Taleplerimin farkında olmadığını düşünerek ifade ediyorum. Oralı olmuyor. Kurulu ve bozulmayacağına güvendiği bir düzen ve sonsuz sevgisi olan bir kadın var. Sevdiğini söylemek ve göstermenin insanı bu kadar ruhsuzlaştıracağını düşünemedim. Ayrılmakla tehdit etmeyi çok basit bir taktik olarak görüyorum. Her tehdidimden sonra daha kuvvetli biçimde ben yakınlık kuruyorum. Şimdi ise vazgeçtim. Gerçekten oyunla, umarsızlıkla, tüm sevgimi sömürürken böyle bir karşılıksız bırakışla mücadele etmeyeceğim. Elbette daha iyi bir ilişki, başka bir ilişki kurabilirim. Kimseye mecbur ve muhtaç değilim. Sürekli beklemeyi değil, mutlu olmayı hak ediyorum. Kendimi seviyorum.

  • Tam 22 yıldır Bursa’nın havasını soluyorum.Başlarda evimi, sokağımı, mahallemi çok seviyordum.Şimdilerde aynı şeyi söyleyemiyorum.Neyse lise yıllarıma geri dönmeliyim.
    O zamanlar çok büyük dertlerim yoktu. ” Yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu ” diyordum.Üniversiteye geldiğimde de durum çok farklı sayılmazdı.İlk yıllarımda bir ” üniversite ” okuduğumun ayrımını yapamıyordum.Aynı şehir, aynı insanlar.Kafam rahattı.Faaliyetler, dersler derken hayat geçip gidiyordu. Ta ki 3. sınıfa gelene kadar. O gün de diğer günlerden farkı yoktu. Sınıfa girdiğimde bir ışık gözümü almıştı. Başımı çevirip baktığımda ne göreyim ? Tek taş ve alyans. Arkadaşım hemde sınıf arkadaşım evlenmişti.
    İnanamadım hemen facebooktan profiline girdim. Gözlerim büyümüştü. Gelinlikli fotoğrafları vardı. Şok olmuştum. Artık etrafıma daha dikkatli bakıyordum. Her geçen gün yüzükler artıyor, profil fotoğrafları tazeleniyordu. İnsanlar akın akın evliliğe sürükleniyordu.Sevgilisi olanlar evlilikten bahsediyor, ailelerle konuşuluyordu ve kararlar alınıyordu.
    Bu durumdan az zayiatla kurtulmayı düşünüyordum. Lakin durum sandığım kadar basit değildi. Oğlu olan teyzeler, okulumu ve sınıfımı soruyordu.Sonra baştan aşağı süzen bakışlar. Ailem benim evliliğimin nasıllığı üzerinde kurgular yapıyordu. Bütün herkes ne olmuştu da birden değişmişti ? Çok bunalmıştım.
    Bir gün Bursalı bunalan dindarların yaptığı gibi Ulucami’ye gittim.En içten şekilde ellerimi açtım ve dua ettim. Ferahladığımı hissediyordum. Ellerimi yüzüme sürdüğümde tam yanı başımda nur yüzlü, eli tesbihli, sırtı bükük bir teyze peyda oldu. Selam verdi. Galiba yasin verecek diye düşünürken konu birden okuluma ve kaçıncı sınıf olduğuma geldi. Sonra yine süzen bakışlar. Birden ayağa fırladım, ayakkabılığa koştum. Ayakkabılarımı alıp camiden hızla uzaklaştım. Çarşıda evlerine eşya bakan çiftleri görüyor ve adımlarımı daha da hızlandırıyordum. Eve, beni kovalayan fırtınadan kaçarcasına girdim.Tek sığınağım orasıymış gibi.Oturup nefes aldım. Birden kapı çaldı. Gelen üst mahalleden komşumuz Cevriye teyzeydi.Annemle bahçemizdeki meyve ağaçlarına bakacaklardı.
    Cevriye teyze kısa boylu, kırmızı yanaklı, calışkan bir Karadeniz kadınıydı.Annem, Cevriye teyze ve ben bahçemize doğru yürürken:
    -Ha bu senun böyuk kizmidur?
    -Yoo bu ufak olanı.
    -Öyla mi? Kaça cideysun kizum.İlahiyat okiyidun değul mi?
    -Evet teyze
    -Maşallahhhh
    Ve arkasından yine aynı bakış. Nasılsa bu teyzenin oğlu yoktu rahatlığındaydım. İşimizi bitirdik. Annemle ben eve çıkarken, Cevriye teyzeninde 2 oğlu var ve bekar. Ondan sordu heralde, dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Bekar bekar bekar bekar bek..
    O gün sadece uyumak istiyordum. Ve uyanınca da gerçekten uyanmak

  • Eski evler vardır.Hangi eşyaya dokunsan ayrı bir hikaye anlatır.Kendine has kokusuyla.Ama neresine dokunsan elinde kalır,dökülür,bazı insanlar gibi.

    İlk örtündüğüm yıllar da tanışmıştık.İkimizde de ayrı bir çoşku.Yeni yeni hakikatlere koşuyorduk.Öyle sanıyorduk.Çok masumduk.Çok güzeldik.

    Kızlar işte biraz yakınlaştı mı yatılı kalmalar başlarlar.Evleri tek katlı bir gece kondu.Şehrin biraz dışarısı sayılır.En azından o zamanlar öyleydi.Onlarda kaldığım bir gece kendi hikayesini anlattı.
    Babaları o küçükken hep içkili gelirmiş.Geldiğinde de anneden çocuklara doğru bir sıra dayağı.O nedenle o geleceği zaman sabaha karşı evden kaçar şuradaki kayalıkların arkasına sığınırdık dedi.Gün aydınlandığında annem sızıp sızmadığını kontrol eder ve eve girerdik.
    O kayanın ardında kaç kez sabahlamışlar.Ne çok üşümüşler.Bitmedi!

    Bir öğleden sonra pazardan anneleriyle eve döndüklerin de Tuğba açmış kapıyı.İçeri ilk o girmiş.Babası oturma odasının ortasında kendini asmış.Bu sahneyle yaşadım yıllarca dedi.Sarılmama izin vermedi.Güçlü kızdır Tuğba.Ben ağladım o ağlamadı.
    Ben sarsılmıştım.Böyle bir hayatı düşünmeyi bırak dünya da varlığından ilk kez haberdar oluyordum.Bu kadar yakınımda.
    Uzun yıllar arkadaşlık ettik.Çok şey paylaştık.Sonra cemaat,parti ve fikir ayrılıkları aramıza girdi.Uzun uzun saçma sapan tartışmalar.
    Uzaklaştık yinede bağı hiç koparmadık.
    Birbirimizden hep haber aldık.

    Sonra annesinin öldüğünü öğrendim.İki kız kardeş hayata tutunmaya devam etti.
    Bir ara başka şehre okumaya gitti.Okulu yarım bıraktı derken Mısır’a gittiler.Dil öğrenmek,üniversite okumak için.
    En son onlarla orada ilgilenen öğrenci gurubunun başkanı bir gençle evlendiğini duydum,sevindim.Öyle ya her evlenene seviniriz.
    Aradan yine koşar adım yıllar geçti.Türkiye’ye geldiğini öğrendim.Sonunda buluştuk.

    Heyecanla başladım söze.
    O cevval kızın gözleri sönmüştü.İçimden bir sürü mazeret üretiyorum.
    Anlatmaya başladı.O anlatır.Yaralarının görünmesinden hala korkmuyor.Evlendiği o mücahit (!) gencin slogan atmak dışında yaptığı şeylerde varmış.Sözde eski sevgilinden bir türlü kopamamış.Evlendikten 15 gün sonra eski sevgiliye dönmüş.O sıralar Filistin elçiliğinin önünde eylem vardı.Belki oradadır dedi,gülümseyerek.

    Evlendiğin de haberdar olmuş bir sürü saklanan şeyle.Şimdi ayrılmışlar.Kız kardeşi evlenmiş.Anneden kalan o küçük gecekonduda tek başına yaşıyor.Tek başına…
    Kırklı yaşlarına girerken,bir gece kondu da yapayalnız.
    Bazılarımız için hayat ne kadar ağır.O şimdi mahallenin genç,güzel dul kadını.Ne yapsa kabahat.Genç kızlık yılları babası olmadığı için karışan akrabalara isyan ile geçti.Şimdi akraba namına ne varsa uzaklaştırmış etrafından.
    İnsan güçlü bir varlık.Babasından kalma onca ağırlığı taşıdı.Daha bir sürü şeyi.Sonra sevdiği adamın tam doksanıncı dakikada attığı golü de göğüslüyor.Ama ya bu toplum ve değer yargıları.Her gün uğraşmak zorunda kalacağı şeyler.
    Ne kadar ağır…
    Kadınlar hakkında konuşmayın artık.Hele sakın kollamaya falan da kalkmayın.Kendi dünyasının tüm canavarlarıyla savaşmış bir kadın var orada.Sizin kollamanıza,iyiliği (!) için söyleyeceğiniz hiç bir nasihate ihtiyacı yok.
    Siz her adımını,gülüşünü,konuşmasını,arkadaşlarını,cümlelerini yargılamaya hazır ve nazır yığın ” topunuzun canı cehenenneme! ”

    Beraberce “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” deyip kocaman bir kahkaha attık o kader dedikleri kabusun üzerine.

Zehra Nur Canpolat için bir cevap yazın İptal Et